Like

13 Haziran 2018 Çarşamba

Mutluluk üzerine...


Bir süreden beri temas içinde olduğum insanlara mutluluk üzerine küçük TED konuşmaları yapmakta olduğumu farkettim ve bunun üzerine mutluluk hakkındaki düşüncelerimi burada paylaşmaya karar verdim.

Son zamanlarda okuduğum en iyi mutluluk kitaplarından birisi olan ve bu yazıyı yazarken zaman zaman kaynak olarak kullanıp, alıntılar yaptığım  “Neşe’nin Gücü” kitabında Frederic Lenoir’ın dediği gibi “Mutlu olmadan yaşanırsa, hayat bitmeyen bir angaryaya döner”. Peki o zaman mutlu olmak nedir? Hazdan ya da zevkten farklı mıdır? Mutluluk nasıl daimi kılınır? 

Mutluluk bana göre özel hayatta ve işte başarıya ulaşmanın anahtarıdır. İnsan bir duygu varlığıdır ve ne yapıyorsa bilinçli ya da bilinçsiz aslında sonunda mutlu olmak için yapar. Şayet durum böyleyse insan ve insanlardan oluşan topluluklar (örneğin şirketler) başarıya ulaşmak için mutlu olmaya ve mutlu insanlara ihtiyaç duyarlar. Bu nedendendir ki bir süreden beri şirketlerde uygulanan KPI (Kilit Performans Gösterge) sistemlerine ya da “Müşteriyi memnun etki, şirket başarılı olsun!” söylemlerine mesafeli durmaya başladım. Bence bütün şirketlerin ve bireylerin odaklanması gereken tek şey insan mutluluğudur ve mutlu olan insan ve dolayısıyla şirket başarıya ulaşır. Richard Branson’un dediği gibi “Çalışanı mutlu olmayan şirket, müşterisini memnun edemez.”

Peki mutluluk nedir, nasıl oluşur ve nasıl sürekli kılınır?

Mutluluk haz değildir ve anlık duyulan zevkten farklı olarak insanın içinde bulunduğu devamlı bir neşe halidir. Zevk durmadan yenilenmesi gereken dışsal bir uyarana bağlıdır. Kendimize sadece haz arayışını temel alırsak kalıcı bir mutluluk haline erişmek çok güçtür. Mutluluk süreyle sınırlı olmayan, dışsal şartlara bağlı olmayan, devamlı bir duygu halidir; hazsız mutluluk olmaz ama mutlu olmak için de hazlar arasında seçim yapmamız ve onları sürdürülebilir hale getirmemiz gerekir. 

Sidharta mutluluk arayışı yolunda bir süre savrulduktan sonra “Mutluluk çilecilikle zevkperestlik arasındaki doğru noktadır, dengedir” demiştir. Dolayısıyla mutluluk dengedir.

Aziz Augustinus,“Mutluluk insanın zaten sahip olduklarına arzu etmeyi sürdürebilmesidir.” Nietzsche, “İnsan hayata toptan bir evet dediğinde kusursuz neşeye erişir” demiştir. Dolayısıyla mutluluk biraz da kabullenmek ve sahip olduklarımız için şükretmektir.

Mutluluk üzerine kafa yoran en önemli felsefecilerden birisi olan Spinoza “Mutluluk insanın daha az bir mükemmellik halinden daha büyük bir mükemmellik haline geçişidir” der. Yani mutluluk gelişmek ve değişmektir.

Yine Spinoza “Pasif sevinç sadece kısmi sebebi olduğumuz eylemlerden kaynaklanır, aktif sevinçler ise sebebi biz olduğumuz eylemlerden kaynaklanır ve daha derin dolayısıyla daha kalıcı olmaları da bu yüzdendir.” der. Dolayısıyla mutluluk insanın kendini tanımasıdır ve kendisine uygun eylemler içinde bulunmasıdır.

Henri Bergson da mutluluk üzerine düşünmüştür ve doğanın bizi hedeflerimize eriştiğimizde çok bariz bir şekilde uyardığını söylemiştir. O işaretin de neşe olduğunu belirtmiştir. Dolayısıyla hayat yaratıcı olmak için vardır.  Neşe de yaratmaya içsel olarak bağlıdır.

Mutluluk bize doğarken verilen bir armağandır ve yaşama sevincimizdir. Ancak, yaşadığımız toplumun bize empoze ettiği kurallar, kurmak zorunda olduğumuzu hissettiğimiz ilişkiler, hayatı karmaşık hale getiren kontrol etme güdümüz, kapitalist sistemin bizi zorladığı tüketicilik refleksi gibi olgularla, doğarken sahip olduğumuz ve çocuklarda net bir şekilde gözlemleyebildiğimiz yaşama sevincini zamanla kaybetmeye başlarız.

Çocuklarda yaşama sevinci vardır çünkü ego ve zihinsellik gibi bizi kandıran filtreleri henüz gelişmemiştir. Çocuk için herşey yalın ve apaçıktır. İnsanın egosu ve zihni zamanla insana hayatı kontrol edebileceği yanılsamasına sevketmektedir ve bu durum hem eşyaları hemde ilişki içinde bulunduğumuz kişileri sahip olma ve kontrol etme güdümüzü pohpohlamaktadır. İşte burada oluşacak beklenmedik gelişmeler bizleri mutsuzluğa sevketmektedir.

 
Oğlum sokak köpekleriyle birlikte

Peki o zaman mutluluk bana göre nedir:

Bütün bunlardan yola çıkarak genel bir mutluluk tanımı yapacak olursam: mutluluk kendini tanımak suretiyle içsel özgürlüğe kavuşmak yani bireyleşmek, toplumla ve kainatla sağlıklı bağlar kurmak, sahip olduklarımızı olduğu gibi kabul etmek, devamlı daha mükemmele ulaşmaya çalışmak için değişebilmek ve birşeyler yaratmakla olur. Dışımızdakileri kontrol etmeye çalışmadan, dengeli ve yalın hayatı gerektirir.

Şirketlerde ise çalışan mutluluğu için liderlerin yapması gereken, çalışanlara hizmet ettikleri büyük resmi göstermek suretiyle işlerine anlam kazandırmak ve onları gerçek anlamda görmek ve duymaktır. İşte onlara başarılı olmak için ihtiyaç duydukları aktif mutluluğu yeşertmeleri için hazırlanması gereken ortam bu kadar basittir.

 
Ailem ve ben

Peki neşeyi nasıl sürekli kılabiliriz?

Kaybettiğimiz bu neşe halimizi filizlendirip tekrar yeşermeye bırakmak için hayatımızda var olması gereken anahtar kelimeler: dikkat, anda olmak (bunun için benim en fazla fayda gördüğüm yöntem meditasyon oldu), güven ve açık yüreklilik, iyilikseverlik, karşılık beklememek, şükran duyma, sebatkârlık, ve bütün bunlardan sonra hayatın akışını oluruna bırakmak ve bize verdiklerini anlayışla kabul etmektir.


Neşeyi sürekli kılmanın iki tane yolu var ve bunlar birbirini tamamlayıcı niteliktedir; bunlardan ilki kendine doğru gitmek yani "özgürleşmenin sevinci”dir, ikincisi ise, başkalarına doğru gitmek ve dünyayla ahenk kurmaktır. Frederic Lenoir buna "cem olmanın sevincidir.” diyor. Yani bağlarından kurtulma ve yeniden sağlıklı bağlar kurmaktır. İlk sürece Carl Jung bireyleşme süreci diyor. Jung, yapımıza ve özümüze uygun bir hayat yaşamak ve en derin emellerimize erişmek için kendimizi tanımanın neşeyi devamlı kılacağına inanıyor. Dolayısıyla son zamanlarda birçok insanın kendini tanımak adına attığı adımlar doğru yolda olduğumuzun göstergesidir.

Spinoza der ki “İnsan özgür doğmaz özgürlüğünü sonradan kazanır”. İnsan bir kez kendilik bilgisine dolu dolu sahip olduğunda, kendi arzusuna doğru yöneldiğinde, ilk kez mükemmelen özerk olduğunda başkalarına hiçbir zaman olmadığı kadar faydalıdır ve doğru bir şekilde sevmeye muktedirdir aslında. Spinoza, insanın başkalarıyla ancak öncelikle kendi kendisiyle uyum halinde olmasıyla halinde uyumlu olabileceğine dikkat çeker. Bu da Gandhi'nin muhteşem formülüyle başka bir şekilde söylenirse; “İnsan kendini değiştirerek dünyayı değiştirecektir. Hakiki devrim içsel olandır”…

Son söz…

Kendimizi tanıyarak ve bizi bağlayan istemediğimiz bağlardan kurtularak bireyleşiriz ve sadeleşiriz. Sonra da arzularımızı bizi güçlendirecek şekilde yönlendirerek dış dünyayla bütünleşir ve ahenk kurarız. Böylece arzunun çekip çevrilmesi, yönlendirilmesi, yalınlık ve kozmos ile ahenk mutluluğunun anahtarı haline gelir.


Çocuklar gibi mutlu kalın...







Hiç yorum yok :

Yorum Gönder