Bir süreden beri temas içinde
olduğum insanlara mutluluk üzerine küçük TED konuşmaları yapmakta olduğumu farkettim
ve bunun üzerine mutluluk hakkındaki düşüncelerimi burada paylaşmaya karar
verdim.
Son zamanlarda okuduğum en iyi mutluluk kitaplarından birisi olan ve bu yazıyı yazarken zaman zaman kaynak olarak kullanıp, alıntılar yaptığım “Neşe’nin Gücü” kitabında Frederic Lenoir’ın dediği gibi “Mutlu olmadan
yaşanırsa, hayat bitmeyen bir angaryaya döner”. Peki o zaman mutlu olmak nedir?
Hazdan ya da zevkten farklı mıdır? Mutluluk nasıl daimi kılınır?
Mutluluk bana göre özel hayatta
ve işte başarıya ulaşmanın anahtarıdır. İnsan bir duygu varlığıdır ve ne
yapıyorsa bilinçli ya da bilinçsiz aslında sonunda mutlu olmak için yapar.
Şayet durum böyleyse insan ve insanlardan oluşan topluluklar (örneğin
şirketler) başarıya ulaşmak için mutlu olmaya ve mutlu insanlara ihtiyaç
duyarlar. Bu nedendendir ki bir süreden beri şirketlerde uygulanan KPI (Kilit
Performans Gösterge) sistemlerine ya da “Müşteriyi memnun etki, şirket başarılı
olsun!” söylemlerine mesafeli durmaya başladım. Bence bütün şirketlerin ve
bireylerin odaklanması gereken tek şey insan mutluluğudur ve mutlu olan insan
ve dolayısıyla şirket başarıya ulaşır. Richard Branson’un dediği gibi “Çalışanı
mutlu olmayan şirket, müşterisini memnun edemez.”
Peki mutluluk nedir, nasıl oluşur
ve nasıl sürekli kılınır?
Mutluluk haz değildir ve anlık
duyulan zevkten farklı olarak insanın içinde bulunduğu devamlı bir neşe
halidir. Zevk durmadan yenilenmesi gereken dışsal bir uyarana bağlıdır. Kendimize
sadece haz arayışını temel alırsak kalıcı bir mutluluk haline erişmek çok
güçtür. Mutluluk süreyle sınırlı olmayan, dışsal şartlara bağlı olmayan,
devamlı bir duygu halidir; hazsız mutluluk olmaz ama mutlu olmak için de hazlar
arasında seçim yapmamız ve onları sürdürülebilir hale getirmemiz gerekir.
Sidharta mutluluk arayışı
yolunda bir süre savrulduktan sonra “Mutluluk çilecilikle zevkperestlik
arasındaki doğru noktadır, dengedir” demiştir. Dolayısıyla mutluluk dengedir.
Aziz Augustinus,“Mutluluk
insanın zaten sahip olduklarına arzu etmeyi sürdürebilmesidir.” Nietzsche, “İnsan
hayata toptan bir evet dediğinde kusursuz neşeye erişir” demiştir. Dolayısıyla
mutluluk biraz da kabullenmek ve sahip olduklarımız için şükretmektir.
Mutluluk üzerine kafa yoran en
önemli felsefecilerden birisi olan Spinoza “Mutluluk insanın daha az bir
mükemmellik halinden daha büyük bir mükemmellik haline geçişidir” der. Yani
mutluluk gelişmek ve değişmektir.
Yine Spinoza “Pasif sevinç
sadece kısmi sebebi olduğumuz eylemlerden kaynaklanır, aktif sevinçler ise sebebi
biz olduğumuz eylemlerden kaynaklanır ve daha derin dolayısıyla daha kalıcı
olmaları da bu yüzdendir.” der. Dolayısıyla mutluluk insanın kendini
tanımasıdır ve kendisine uygun eylemler içinde bulunmasıdır.
Henri Bergson da mutluluk üzerine düşünmüştür ve doğanın bizi hedeflerimize eriştiğimizde çok bariz bir şekilde uyardığını söylemiştir. O işaretin de neşe olduğunu belirtmiştir. Dolayısıyla hayat yaratıcı olmak için vardır. Neşe de yaratmaya içsel olarak bağlıdır.
Mutluluk
bize doğarken verilen bir armağandır ve yaşama sevincimizdir. Ancak,
yaşadığımız toplumun bize empoze ettiği kurallar, kurmak zorunda olduğumuzu
hissettiğimiz ilişkiler, hayatı karmaşık hale getiren kontrol etme güdümüz,
kapitalist sistemin bizi zorladığı tüketicilik refleksi gibi olgularla,
doğarken sahip olduğumuz ve çocuklarda net bir şekilde gözlemleyebildiğimiz
yaşama sevincini zamanla kaybetmeye başlarız.
Çocuklarda
yaşama sevinci vardır çünkü ego ve zihinsellik gibi bizi kandıran filtreleri
henüz gelişmemiştir. Çocuk için herşey yalın ve apaçıktır. İnsanın egosu ve
zihni zamanla insana hayatı kontrol edebileceği yanılsamasına sevketmektedir ve
bu durum hem eşyaları hemde ilişki içinde bulunduğumuz kişileri sahip olma ve
kontrol etme güdümüzü pohpohlamaktadır. İşte burada oluşacak beklenmedik
gelişmeler bizleri mutsuzluğa sevketmektedir.
Peki o
zaman mutluluk bana göre nedir:
Bütün bunlardan
yola çıkarak genel bir mutluluk tanımı yapacak olursam: mutluluk kendini
tanımak suretiyle içsel özgürlüğe kavuşmak yani bireyleşmek, toplumla ve
kainatla sağlıklı bağlar kurmak, sahip olduklarımızı olduğu gibi kabul etmek, devamlı
daha mükemmele ulaşmaya çalışmak için değişebilmek ve birşeyler yaratmakla olur.
Dışımızdakileri kontrol etmeye çalışmadan, dengeli ve yalın hayatı gerektirir.
Şirketlerde ise çalışan mutluluğu için liderlerin yapması gereken, çalışanlara hizmet ettikleri büyük resmi göstermek suretiyle işlerine anlam kazandırmak ve onları gerçek anlamda görmek ve duymaktır. İşte onlara başarılı olmak için ihtiyaç duydukları aktif mutluluğu yeşertmeleri için hazırlanması gereken ortam bu kadar basittir.
Peki neşeyi nasıl sürekli
kılabiliriz?
Kaybettiğimiz bu neşe halimizi
filizlendirip tekrar yeşermeye bırakmak için hayatımızda var olması gereken
anahtar kelimeler: dikkat, anda olmak (bunun için benim en fazla fayda gördüğüm
yöntem meditasyon oldu), güven ve açık yüreklilik, iyilikseverlik, karşılık
beklememek, şükran duyma, sebatkârlık, ve bütün bunlardan sonra hayatın akışını
oluruna bırakmak ve bize verdiklerini anlayışla kabul etmektir.
Neşeyi sürekli kılmanın iki
tane yolu var ve bunlar birbirini tamamlayıcı niteliktedir; bunlardan ilki
kendine doğru gitmek yani "özgürleşmenin sevinci”dir, ikincisi ise,
başkalarına doğru gitmek ve dünyayla ahenk kurmaktır. Frederic Lenoir buna
"cem olmanın sevincidir.” diyor. Yani bağlarından kurtulma ve yeniden sağlıklı
bağlar kurmaktır. İlk sürece Carl Jung bireyleşme süreci diyor. Jung, yapımıza
ve özümüze uygun bir hayat yaşamak ve en derin emellerimize erişmek için
kendimizi tanımanın neşeyi devamlı kılacağına inanıyor. Dolayısıyla son
zamanlarda birçok insanın kendini tanımak adına attığı adımlar doğru yolda
olduğumuzun göstergesidir.
Spinoza der ki “İnsan özgür doğmaz özgürlüğünü sonradan kazanır”. İnsan bir kez kendilik bilgisine dolu dolu sahip olduğunda, kendi arzusuna doğru yöneldiğinde, ilk kez mükemmelen özerk olduğunda başkalarına hiçbir zaman olmadığı kadar faydalıdır ve doğru bir şekilde sevmeye muktedirdir aslında. Spinoza, insanın başkalarıyla ancak öncelikle kendi kendisiyle uyum halinde olmasıyla halinde uyumlu olabileceğine dikkat çeker. Bu da Gandhi'nin muhteşem formülüyle başka bir şekilde söylenirse; “İnsan kendini değiştirerek dünyayı değiştirecektir. Hakiki devrim içsel olandır”…
Son söz…
Kendimizi tanıyarak ve bizi
bağlayan istemediğimiz bağlardan kurtularak bireyleşiriz ve sadeleşiriz. Sonra
da arzularımızı bizi güçlendirecek şekilde yönlendirerek dış dünyayla
bütünleşir ve ahenk kurarız. Böylece arzunun çekip çevrilmesi, yönlendirilmesi,
yalınlık ve kozmos ile ahenk mutluluğunun anahtarı haline gelir.
Çocuklar gibi mutlu kalın...