Like

27 Eylül 2016 Salı


26 Eylül 2016 Pazartesi

Enerji üzerine düşünceler


6 Eylül 2016 tarihinde İstanbul Ticaret Üniversitesi Öğretim Üyelerinden aynı zamanda Dünya Gazetesi köşe yazarlarından Prof. Dr. Murat Yülek'in nazik daveti üzerine İstanbul Finance Summit (IFS)'in "Bankers and CEOs" oturumuna konuşmacı olarak katıldım. Finans sektörünün temsilcilerinin arasında reel sektörü temsilen tek başıma bulunmam bana gurur verdi. Kendimi biraz da Alaaddin olarak hissettim, o kadar parayı kontrol eden insanın arasında, sanki ne dilesem olacakmış gibiydi.


Bloomberg'den Sayın Açıl Sezen'in başarılı moderatörlüğünde Denizbank Genel Müdürü Sayın Hakan Ateş, Halkbank Yönetim Kurulu Başkanı Sayın R. Süleyman Özdil, Albaraka Türk Katılım Bankası Genel Müdürü Sayın Fahrettin Yahşi ve Karadeniz Ticaret ve Kalkınma Bankası Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü Sayın İhsan Uğur Delikanlı'nın katılımlarıyla gerçekleşen oturum son derece keyifliydi.




Bu oturumda bana sorulan sorulara verdiğim cevaplar ve söylemek isteyip de zaman kısıtı dolayısıyla söyleyemediklerimi buradan sizlerle kısaca paylaşmak istedim.

Enerji sektörü hem Türkiye'de hem de dünyada son 30-40 yılda gerek yöntemleri gerekse oyuncuları itibarıyla çok ciddi değişikliklere maruz kaldı. Sektörün geçmişine bakarak geleceğine dair fikir yürütmenin daha sağlıklı olacağını düşünüyorum.

Türkiye enerji sektöründe bundan 30-40 yıl önce sadece devlet vardı; herşey, planlama, finansman, mühendislik, satınalma, proje yönetimi ve işletmesi devlet eliyle yapılıyordu. 1990'lerin ortası itibariyle devlet doğrudan borçlanmak yerine özel sektörün borçlanmasını sağlayacak modelleri gündeme getirdi, bunların ilki "Yap İşlet Devret (BOT)" idi, sonraları "Yap İşlet (BOO)" ve "İşletme Hakkı Devri (TOR)" geldi. Devletin garantör olduğu bu modelde yeni oyuncular ve yeni finansman modelleri hayatımıza girdi. Alınan borcun projenin gelirleri üzerinden ödeneceği, bu gelirlerin santral emre amade olduğu sürece devlet tarafından garanti edileceği bu modelde sahneye çıkan en önemli oyuncular; yatırımcılar, bankacılar, anahtar teslim bütün santralı yapan EPC müteahhitler, işletmecilerdi. Bu modelin sağlıklı çalışması için en kritik unsur santralın söz verilen teknik şartlarda, zamanında ve söz verilen performansı gösterecek şekilde tamamlanmasıydı, bu da EPC'nin sorumluluğundaydı.

2005 yılı itibariyle ise Türkiye bambaşka bir sürece girdi. Artık bu süreçte devletin rolü kanun yapıcı ve düzenleyici oldu. Devletin gelir garantisinin ortadan kalktığı (yenilenebilir enerjideki devlet teşviği gereği verilen taban tarifeler hariç), esas riski özel sektör yatırımcısının aldığı, bankaların da bu riske belirli limitler dahilinde iştirak ettiği, EPC müteahhitlerin, işletmecilerin hala çok önem taşıdığı bu dönemde artık yatırımcıların kendi hesaplarını çok daha dikkatli yapması gerektiği karşımızdaki önemli gerçeklerdi.

Görüldüğü üzere devletin sahip olduğu bir sektörden özel sektörün sahip olduğu bir sektöre geçişi ve riskin devletten yatırımcı, bankacı, EPC müteahhit, işletmeciye transferi gerçekleşti. An itibariyle Türkiye'deki 77.04 GW kurulu gücün %74'ü özel sektöre aittir. Devletin halen devam eden üretim özelleştirmelerini de göz önünde bulundurursak burada özel sektörün payının %85'lere doğru yaklaşacağı bilinmektedir.


Peki bundan sonra gerek dünyada gerekse Türkiye'de bu sektörde neler olmaya devam edecek? Sektörün, oyuncularından beklentisi ne olmalı? 

Özellikle yatırımcı, bankacı ve devletten...


Enerji sektöründeki talebin artışının en temel iki nedeni ekonomilerin büyümesi ve nüfusun artması. Bu ikisinin de artışı devam ettiği sürece enerji sektörü büyümeye devam edecektir. Hali hazırda dünya nüfusu her saniye 2.6 kişi,Türkiye nüfusu ise dakikada 2 kişi artmaktadır. Kaba bir hesapla sadece nüfus artışından kaynaklı olarak her saat dünya 3.6 MW ilave kurulu güce ihtiyaç duymaktadır. Ekonomiler de büyümeye devam ediyor, 2015 yılında dünya ekonomisi beklenenin biraz altında olsa da %2.4 büyümüştür. Bu büyümenin IEO verilerine göre 2040 yılına kadar OECD ülkelerinde yıllık ortalama %0.6, OECD dışı ülkelerde ise %1.9 olarak kendini göstermesi beklenmektedir.

Peki Türkiye'de neler olacak? Türkiye ekonomisi büyüyen ekonomiler içinde ilk sıralarda bulunmaya devam edecek gibi görünüyor. Gerek nüfus artışı gerekse ekonomik büyüme Türkiye'de son 10 yılda ortalama %5 artmış olan talebin artmaya devam edeceğini göstermektedir. 

Hali hazırda Türkiye'nin kurulu gücü 77.04 GW'a yükselmiştir. Bunun %34'ü doğal gaz, %34'ü hidroelektrik, %22'si kömür ve geri kalanı da yenilenebilir enerji ve diğer tesislere aittir. Türkiye kurulu gücünün %74'ü özel sektöre aitken, üretilen elektrik enerjisinin %79'u özel sektör tarafından üretilmektedir. Geçtiğimiz 15 yıl zarfında kurulu güce yıllık minimum 1000 MW, maksimum 7000 MW, ortalama da ise 3000 MW ilave kapasite eklenmiştir. Teknik olarak %41 seviyelerinde rezerv kapasitesi olduğu düşünülen Türkiye enerji sektörü, gerçek anlamda gerek teknik nedenlerle gerekse su ve yakıt yetersizliğinden bu rezervin %1'lere düştüğü zamanlar yaşamıştır. Yukarıda anılan nedenlerden dolayı Türkiye kurulu gücünün emreamadeliğinin, kurulu güce oranı %50 ile %80 arasında seyretmektedir. 


Gerek dünya gerekse Türkiye'de şu aralar gündemi en çok meşgul eden enerji ile ilgili konu başlıkları: enerji güvenliği, enerjinin çevre üzerindeki olumsuz etkilerinin azaltılması, enerji verimliliği ve makul enerji fiyatları. Bu konu başlıklarının altında yine önümüzdeki günlerde gündemi meşgul edecek yatırım konularının ise şu şekilde olacağı gündemi yakından takip edenler için aşikardır. Enerji güvenliği konu başlığı altında ülkeler arası boru hattı projeleri (Rusya-Çin, İran-Pakistan-Hindistan, Orta Asya-Avrupa coğrafyalarında), doğalgaz depolama tesisleri, kaya petrolu ve gazı, LNG terminalleri gibi projeler gündemde olmaya devam edecektir. 




Enerjinin çevre üzerindeki etkilerini azaltmak hususunda enerji verimliliği (depolama, talep yönetimi, mikro grid, smart grid gibi konular bu başlık altında değerlendirilebilir), yenilenebilir enerji yatırımları, yeni devlet teşvikleri nedeniyle kömür yatırımları konuları gündemdeki yerlerini koruyacaktır. Makul fiyat konusu ise optimizasyon denkleminde optimize edilmesi gereken değişkendir. Yani hem temiz yenilenebilir enerji istiyoruz hem bu tür yatırımlara da fiyatın elvermesini istiyoruz. İşte bu noktada makul fiyatlı enerji konsepti devreye giriyor olacaktır ki temiz enerjinin ulusal üretim karışımımız içinde yeterince yer alması için doğru fiyat stratejisi gerekmektedir. Bu noktada düzenleyici olan devlete ciddi anlamda sorumluluk düşmektedir.

Özgür Umut Eroğlu
GAMA Power Systems
CEO & Vice Chairman of Board




7 Eylül 2016 Çarşamba

TED talks: Ken Robinson: Do schools kill creativity? What we do know is, if you're not prepared to be wrong, you'll never come up with anything original.

https://www.ted.com/talks/ken_robinson_says_schools_kill_creativity


“What these things have in common is that kids will take a chance. If they don't know, they'll have a go. Am I right? They're not frightened of being wrong. I don't mean to say that being wrong is the same thing as being creative. What we do know is, if you're not prepared to be wrong, you'll never come up with anything original -- if you're not prepared to be wrong. And by the time they get to be adults, most kids have lost that capacity. They have become frightened of being wrong. And we run our companies like this. We stigmatize mistakes. And we're now running national education systems where mistakes are the worst thing you can make. And the result is that we are educating people out of their creative capacities.